Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç Romanı

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç Romanı İnceleme – Hüseyin Rahmi Gürpınar

Bu yazımızda sizler için Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1912 yılında basılan Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç romanını olay, şahıs kadrosu, zaman, mekan, üslup ve anlatım biçimi açısından inceledik. Dilerseniz vakit kaybetmeden romanın dünyasına giriş yapalım.

1.OLAY

Romanın birinci bölümü İstanbul’un bir sokağında kadınların bitişik evlerinde camlardan yaptığı konuşmalarla başlar. Bedriye Hanım kız kardeşi Emine’ye seslenmektedir. Etrafta yayılan kuyruklu yıldızın Dünya’ya çarpacağı konusunu konuşurken konuşmaya diğer komşuları Emeti Hanım ve Mebrure Hanım dahil olur. Emine Hanım böyle bir felaketin ehemmiyetini kavrayamaz.

“Aman, ben de korkacak bir şey zannettim. Ne kadar telaşlısın kardeş…Çarpacaksa çarpsın, ne var? Kapımı kapar evceğizimde otururum. Bir yere çıkmam…”

Diğer kadınlar da kuyruklu yıldızı çeşitli şekillere benzeterek (yıldızlı, bıyıklı, kedi, zehirli kuyruk) zihinlerinde kuyruklu yıldızın Dünya’ya nasıl çarpacağına dair çeşitli senaryolar yazarlar. Kimi kuyruğunun zehirli olduğunu ve dokunduğu her şeyi zehirleyeceğini kimi de kömürlüğe girince bu felaketten kurtulacağı düşüncesindedir. Konuşmaların sürdüğü sırada Emeti Hanım pencerenin dibindeki küfenin içine düşer. Bu da komşuları tarafından alay konusu olur. Emeti Hanım küfenin içindeyken kapısını sabunları bırakmak için Bakkalcı çalar ama açamaz. Yine kapısı çalar bu sefer de gelen sokak dilencisidir. Emeti Hanım’ın kızının eve gelmesiyle sıkıştığı küfenin içinden kurtulur.

İkinci bölümde İrfan Galip Bey’in hayatı, dünyaya bakış açısı, tahsili anlatılır. İrfan Galip Bey yirmi iki yirmi üç yaşlarında kendini okuyarak geliştiren, yazan ,düşünen memleketine hayırlı bir insan olmak isteyen bir gençtir. Yazılarını okurları sınırlı olan bir gazeteye göndermiş  birkaç yazısı yayımlanmıştır. Evlenme hususunu  toplumun dayattığı bir zorunluluk olarak görmüş, evlense dahi doğacak olan  evladını bilim ve tekniğe uygun okulların olmadığı bir ortam içerisinde  büyütmek istemediğini, bunun sefil insan nüfusunu çoğaltmak için insanlığa zarar olduğu düşünmüştür. Bir gün ilgi duyduğu kadına açılmak isterken kadının ona aşağılayıcı gözlerle bakması İrfan’ı hepten tüm kadınlardan nefret etme onlara düşman olma derecesine getirmiştir.

Üçüncü bölümde İrfan Galip Bey mahalledeki hanımların kuyruklu yıldız faciasından bu denli korktuklarını duyarak onları daha çok telaşlandırmak için bilirkişi olarak mahallenin kadınlarına bir konferans verir. Bu konferansta gezegenlerden, yıldızlardan, galaksilerden bilgiler vererek kuyruklu yıldızı anlatır. Lakin kadınların kendi aralarında konuşması bu olayı çok da ciddiye almadıklarını gösteren İrfan Bey’i kızdırır.

Dördüncü bölümde konferans hala devam etmektedir. İrfan Bey’in niyeti kadınları daha çok korkutmaktır. Bu yüzden gördüğü bir rüyayı anlatır. Rüyasında kuyruklu yıldız hadisesi yüzünden Dünya’nın uğrayacağı felaketleri görmüştür ve bunları anlatır.

Beşinci bölümde gördüğü rüyayı anlatmaya devam eder lakin kadınların çoğu bu konudan bir şey anlamayarak uyuyakalmıştır. Bu yüzden uzun süren bu konferansa son verir. Altıncı bölüme geçişte aradan birkaç gün geçmiştir. İrfan Galip Bey kalemde otururken yüzü peçeli bir kadın gelir ve kendisine mektup verir. İrfan Bey mektubu büyük bir merakla mektubu alır ve okur. Mektupta genç bir kız Kuyrukluyıldız hakkında çok merakta olduğunu, ona her şeyi anlatmasını istediğini ve onunla arkadaş olmak istediğini yazar. Bu kız evlerinin çatısında her gün gökyüzünü izleyip gözlemlemektedir. Bu kız kadın olarak doğmasından muzdarip bir kızdır.

Dönemindeki diğer kızların aksine çok daha geniş fikirli, her şeyi okuyan, spora düşkün bir kızdır. Bu mektubu getiren ise kendisi değil başka bir kadındır. Kadın düşmanı olan İrfan Galip Bey bu mektubu okuduktan sonra hayrete düşer. Mektubun etkisine kapılır ve kıza görmeden aşık olur. Bu kızın konferans dinlemeye gelenler arasında olduğunu düşünür ve mektuba cevap yazar. Mektupta kendisine aşık olduğunu yazar.

Yedinci bölümde mektubu temize çektikten sonra aracı kadının kaleme gelmesi ile gönderir ve heyecanla cevap beklemeye başlar. Konferansın devamı için kadınlar tekrardan İrfan Galip Bey’in Aksaray’daki evinde toplanmaya başlamıştır. Yedinci ve sekizinci bölümlerde İrfan Bey rüyasının devamını anlatır. Ve yine sekizinci bölümde konferansın ardından bir gün geçmiştir ve İrfan Galip Bey bilinmeyen sevgilisinden mektup almıştır. Mektupta kız İrfan Bey’in kendisini çok yanlış anladığını, kendisiyle sadece dost olmak istediğini, memlekette kendisi gibi biraz serbest davranan kızların hemen yanlış anlaşıldığını yazar. Kadınların evde vakit geçirmekten başka bir iş yapamayacağı, sporu, sanatı akla getirmenin dahi bir kız için cesaret olduğunu söyleyerek İrfan Galip Bey’e şöyle söyler:

“Zavallı Türk kadını için evin içinde beden hareketi yapmaya iki büyük rol var. Ya ortalık süpürmek adı altına hasır süpürgeyi alıp iki kat olarak evin tekmil mikroplu tozlarını yutmak, yahut çamaşır diye leğen başında akşama kadar bütün aile kirlilerinin sıcak suda saldığı zehirli buharları teneffüs etmek…İşte bizim en büyük egzersizimiz, sporumuz bunlardan ibarettir.”

İrfan Galip Bey’in kadınlar hakkında söyledikleri ile yaptığı şeylerin çeliştiğini ise şu şekilde ifade eder:

“Kadınlar aleyhindeki makalelerinizde haklı noktalar var. Fakat incelemesi ve reddedilmesi gereken taraflar da pek çok. İşte ben size bunlardan bahsetmek niyetindeydim. Lakin siz, selamunaleyküm der demez sevda vadisine saptınız. Çünkü size göre kadın ancak bu yönüyle muhatap alınmaya layıktır.”

Bu bölümde kız da kuyruklu yıldız hadisesine dair gördüğü bir rüyayı İrfan Bey ile paylaşır. Dokuzuncu bölümde İrfan Galip Bey yazdığı cevapta her şeyin çok geç olduğunu ve kendisine aşık olduğunu yazmıştır. Bu sırada Aksaray’daki evinde annesi Ferdane Hanım ile konuşurken annesi, yardımcıları Emsal’in geçen konferansta  çok güzel bir kız gördüğünü söyler. İrfan Bey büyük bir heyecanla Emsalin yanına giderek kıza dair tüm detayları öğrenir.

Onuncu bölümün tamamı İrfan Galip Bey ve kız arasındaki mektuplaşmalarla geçer. On birinci bölümde siyah çarşaflı kadın tekrar gelir ve mektup gelir. İrfan Bey sevdiği kızın evini öğrenmek için gizlice kadını takip eder. Kadın ara sokakta bir erkekle yakın bir şekilde konuşmaya başlar. Daha sonra yoluna devam eder. Beyoğlu’nda 3 katlı bir binaya girer. Ardından İrfan Galip Bey’i fark eden bir kadın kendisini içeri alır ve kendisine mektup yazan bu kızın adının Feriha olduğunu, herkesi kandırdığını, kocasını baştan çıkardığını söyler.

İrfan Bey birkaç gün kedere düşse de hayalindeki kadının böyle biri olmadığını düşünerek bir mektup yazar ve Kuyrukluyıldız faciası olmadan izdivaçlarının olmasını ister. Mektubu alan Feriha ailesini görücüye göndermesini söyleyerek evlenmeleri için şart koşar. Bu şart kuyruklu yıldız Dünya’ya çarpacağı gün evlenmeleri ve o zamana kadar Feriha’nın yüzünü görmemesidir. Eğer bu facia gerçekleşmezse Feriha’nın yüzünü görebilir. Yine bu bölüm içerisinde İrfan Bey’in annesi Feriha’yı görmeye gider lakin onun çok serbest bir kız olduğunu söyleyerek bu kızı alamayacağını söyler. İrfan Bey bunların hiçbirini dinlemeyerek şartı kabul eder.

On ikinci bölümde Feriha ve İrfan Bey evlenmiştir. Lakin Feriha Hanım yukarıda kuyruklu yıldızın gelmesini beklemektedir. Aşağıda olan ailesi de Çarşamba günü düğün yapmanın hiçbir adete sığmadığını Müslümanın Cuma günü evlenmesi gerektiğini konuşmaktadır. Vakit gelip çatar ama Dünya’da bir değişiklik  yoktur. İrfan Bey yukarı çıkar ve bir kez olsun sevdiğinin yüzünü görmek için Feriha’ya yalvarır ve Feriha yüzünü gösterir. Aralarında uzunca bir konuşma geçer, gökyüzünü seyrederler ve izdivaçları mutlu son ile tamamlanır.

2.ŞAHIS KADROSU

İrfan Galip Bey : Yirmi iki, yirmi üç yaşlarında kendi nesline nazaran asabi, titiz, gururlu bir gençtir. Tabiat bilimlerine, felsefeye düşkün, araştıran, yazan, okuyan aynı zamanda şöhret hırsıyla yanıp tutuşan, yaşadığı olaylardan dolayı kadınlara düşmanlık besleyen bir karakterdir. Fiziksel özellikleri romanda zikredilmemiştir.

Feriha Hanım: Sanata ,spora düşkün, okuyan, yerinde duramayan hareketli, döneminin kadın algısını  reddetmiş bir karakterdir. Romanda fiziksel özellikleri zikredilmez yalnızca çok güzel bir kız olarak geçer.

Bu iki karakter dışında kalan kişilerden tipler vardır ve fiziksel özellikleri romanda geçmemektedir.Bu tipler:

Bedriye Hanım, Emine Hanım, Emeti Hanım mahallenin kadınlarıdır.

Ferdane Hanım İrfan Galip Bey’in annesidir.

Emsal, Ferdane Hanım’ın yardımcısıdır.

İrfan’a mektup getiren kadın: Bu kadının ismi zikredilmemiştir. Lakin olayların düğüm aşamasının oluşmasında mektup getirip götürerek önemli bir rol üstlenmiştir.

Bunlar dışında romanda figüratif kahramanlar bulunur. Bunlar:

Bakkal

Dilenci

3. ZAMAN

Olayların seyri göz önünde bulundurulduğunda kuyruklu yıldız bir 5 Mayıs Çarşamba günü Dünya’ya çarpacaktır. Konferanslar ve aralarında geçmiş birkaç günler, bu sırada mektuplaşmaların sürmesi, görücüye gidilmesi ve evlenilmesi tahmini 7-10 gün arası bir zamanın geçtiğini göstermektedir. Romanda bazı kısımlarda zamanda geri dönüş teknikleri kullanılmıştır. İrfan Bey’in konferansta, geçmişte gördüğü bir rüyayı anlatması, Feriha’nın mektubunda, rüyasında gördüğü  kuyruklu yıldızın geldiği günü anlatması bunlara örnektir. İrfan Bey’in gördüğü rüyada zamanın bir 18 Mayıs günü olduğunu bilmekteyiz.

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın kitabın önsöz ve son sözünde düştüğü tarih 20 Nisan-8 Haziran 1910’dur. Son sözünü esas alarak kitaptaki olayların 1910 senesi içerisinde gerçekleştiği söylenebilir. Son sözde şunlar yazmaktadır:

“Şu hikayeyi yazmaya başladığım zaman bütün medeniyet dünyası Halley’in temas tehlikesine karşı heyecan içinde titreyip duruyordu. Bu korkunun pek yersiz olduğunu bu kötücül haberlere rağmen kimsenin başı bile ağrımayacağını önsözde belirtmiştim, iş dediğim gibi oldu. Halka göz dağı verenler Halley’in dünya sakinlerine bir şey hissettirmeksizin tam bir nezaketle gittiğini görünce, kaç zamandır bulaşıcı bir hastalık hükmüne giren umumi korkuyu tekrar canlandırmak için yıldızın dünyaya çatmak üzere geri döneceğini iddia etmek tuhaflığına varmaktan çekinmediler.”

4. MEKAN

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserlerinde çokça rastladığımız İstanbul ve semtleri bu romanda da kendini göstermektedir. Kenar mahallelerden, çarpık ve bitişik evlerden, dar sokaklarından bahsedilmiştir.

“Aksaray’daki evlerinin en üst katındaki yazı odasının penceresinden Topkapı taraflarına doğru bazen ümitsizce, acı acı bakardı. Sürekli ve adeta kurtuluşsuz görünen bir sefalet altında kağşamış, kararmış, çarpılmış evlerin koyu koyu yosun tutmuş damlarından yükselen kederden sıkılır; sonra duvarlarında, kiremitleri arasında biten dam korukları, kuzu kulakları, yapışkanlarla adeta birer türbeye dönmüş, delikleri, kovukları kargalara, çaylaklara, baykuşlara yuva olmuş bu sokakların altında geçirilen  o sefil, o gamlı hayatı düşünür, gözleri sulanır…”

Romanda hemen hemen İstanbul’un tüm semtlerinin adı geçmektedir. Gülhane, Beyoğlu, Aksaray, Dizdariye, Yedikule, Anadolu Hisarı, Beyazıt, Babıali yokuşu , Bahçekapı, Topkapı… Bunlar açık ve geniş mekanlardır.

Verilen iç mekanlarda tasvirler detaylı olarak verilmemiştir. Bunlar dışında soyut mekanlar olarak rüya kullanılmıştır. Rüyadaki tasvirler detaylı olarak verilmiştir. İrfan Galip Bey’in konferans sırasında anlattığı rüyası buna örnek verilebilir.

“Birkaç akşam sonra kendimi yine Çamlıca’daki uyku köşkümde buldum. Yine o yeşillik, yine o letafet, yine o güller, yine bülbüller…Fakat bu defa o ilk manzaradan fazla bir şey vardı. Alevli başı göklere şimşekler çakan akıl almaz büyüklükte nurlu bir sorgucun yelpaze gibi açılmış ucu etrafa aydınlık gölgeler saçarak Marmara’nın sularına sarkmıştı. Bu kıymetli taşlarla bezeli gökyüzü süsünün bir eşini de denizin durgun, lacivert göğsünde resmedilmiş gördüm.”

Bunun dışında diğer bir soyut mekan kahramanların düşünceleridir. Konferansın verildiği sırada İrfan Galip Bey kadınların zihinlerinde gökyüzünü, gezegenleri, galaksileri canlandırmasını ister ve bu kısımda uzunca bir gökyüzü tasviri yer alır.

5. ÜSLUP, DİL

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın notuna göre roman 1910 yılında yazılmaya başlamıştır ve 1912 yılında basılmıştır. 1910 yılı esas alındığında Yeni Lisan hareketi henüz başlamamıştır. Hüseyin Rahmi’nin Servet-i Fünun devri yazarı olmasına rağmen romanda kullandığı dil çok süslü, anlaşılmaz bir dil değildir. Çünkü o romanlarını, konusunu ettiği halk için yazar. Halkın dini inançları, batıl inançları, hurafeleri özellikle II. Meşrutiyet devri içerisinde sıkça işlediği konular arasındadır. Diğer bir deyişle sokağın dili Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın roman dilidir. Hüseyin Rahmi Gürpınar’a ait bu söz lisanda sadeleşme hareketinin onun için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir:

“Lisanımızda sadeliğin elzemiyet ve ehemmiyeti cidden bilindiği gün edebiyat başlamış olacaktır”

6. ANLATIM BİÇİMİ

Roman, hakim bakış açısı ile yazılmıştır. Olaylar üçüncü tekil kişi (o) çevresinde anlatılmıştır. Yani yazar kahramanların iç dünyasını, düşüncelerini, psikolojik durumlarını bilir ve okurlara aktarır. Olaylar bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde verilmiştir. Hikayenin on iki bölümden müteşekkil olduğu göz önünde bulundurulduğunda İrfan Galip Bey’in konferansta rüyasını anlatmasına kadar olan bölüm durgun bir anlatım mevcuttur. Rüyayı anlatması ile heyecan yükselmeye başlamış, kendisine gelen mektubu okuması ile devam etmiş ve 11.bölümde  Feriha’nın evini öğrenmek için kendisine mektup getiren kadını takip etmesi ile heyecan en üst noktaya ulaşmıştır. Romanın en heyecanlı bölümü 11. bölümdür. 12.bölümde olaylar çözülmeye başlamış ve sonuca ulaşmıştır.

Roman hakkında merak ettiğiniz sorular, öneri ve görüşleriniz için bana İletişim sayfasındaki mailimden ulaşabilirsiniz. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere sağlıcakla kalın.

One comment

  1. O kadar güzel, ayrıntılı, anlaşılır ve özlü yazmışsınız ki…
    Romanı okuduğumda çok sevmiştim. İnceleme yazınızı ara ara okuyarak içeriğini unutma ihtimalimi azaltmış olacağım.
    Emeğinize sağlık.

Leave a Reply