Abdülhak Şinasi Hisar 1887-1963 yıllarında yaşamış Türk edebiyatının önde gelen roman, biyografi, hatıra ve hikâye yazarlarındandır. Abdülhak Şinasi’nin eserlerinin geneline baktığımızda romanlarında, hatıralarında İstanbul’un semtleri, güzellikleri özellikle çocukluğunu geçirmiş olduğu Çamlıca, Boğaziçi, Büyükada önemli bir yer tutmaktadır. Yine romanlarının diğer bir özelliği de merkezi kişilerin dış dünyada arayıp bulamadıklarını ya da gerçekleştiremedikleri zaman iç dünyalarına yönelerek delilik, şeyhlik, çocukluk kimlikleri üstlenmeleri söz konusudur.
Özellikle incelememizin de konusu olan 1944’de yazılan Çamlıca’daki Eniştemiz romanında İstanbul’un birçok semtinin adı zikredilmiş kimi zaman uzun tasvirler yapılarak bu semtlerin güzelliklerinden bahsedilmiştir. Eserin anlatıcısı Abdülhak Şinasi Hisardır ve roman kendi hayatından izler taşımaktadır. Romanın başkahramanı halasının kocası Hacı Vamık Beyefendi ya da diğer insanlar tarafından çokça zikredilen Deli Vamık Beydir. Abdülhak Şinasi ise eniştesine “Çamlıca’daki Eniştemiz” ya da “Deli eniştemiz” dediğini söylemiştir. Kahraman bu romanda toplum tarafından deli kimliğine bürünmüştür. Roman yirmi yedi bölümden oluşmaktadır. Her bölümde Deli eniştenin bir vaziyetinden, huylarından, alışkanlıklardan, halası ile ilişkilerinden, korkularından bahsedilmiştir.
ROMAN ÖZETİ
Roman yirmi yedi bölümden oluşmaktadır ve bu bölümler birbiriyle bağlantılı olaylar dizi halinde değil anlatıcının yani Abdülhak Şinasi’nin Çamlıca’da kendisiyle, eniştesiyle, halasıyla ilgili hatıralarını anlattığı bir eserdir. Kitabın ilk bölümü olan “Kadrini Bilmediğimiz Deliler” kısmında yazar Çamlıca’daki eniştesini okuyuculara tanıtır. Deli diye adlandırılan insanlar hakkındaki düşüncelerini anlatır. Aslında akl-ı selim olarak adlandırılan insanların gerçek yüzlerini sakladıklarını delilerin ise hakikati olduğu gibi söylemeleri anlatılır.
“Halbuki deliler bizi bu gafletimizden kurtararak hakikati bize olduğu gibi gösterirler. İnsan bir deli ile konuşurken daha bir çeyrek saat geçmeden, gözleri açılır ve aklı başına gelir; belki uzun zamanlarda öğrenemeyeceği şeylere akıl erdirir.”
Yazar delilerin tabiatının çok daha sağlam olduğundan ve asıl oldukları insana daha çok benzediklerinden söz eder. Deli eniştenin bazen laf aralarında “Aklımı oynatırım”, “ Hay şimdi aklımı kaçıracağım” sözlerine karşılık insanlar “Aklı yok ki kaçırsın” demelerine karşın yazarın yorumu şu şekildedir:
“Çoğumuza böyle bir muafiyet nasip olduğunu kabul edebiliriz. Fakat insanların çoğu bu akılsızlıklarını göreneğin verdiği bir maske ile örterler”
Abdülhak Şinasi’ye göre akl-ı selim adlandırılan insanlar üç yüzlüdür. İlki gizlediklerini bildikleri, ikincisi gösterdikleri yüzleri, üçüncüsü ise neyi gizleyip neyi gösterdikleridir. Abdülhak Şinasi eniştesinin bu deli huylarını çocukluk zamanlarında bu yönleriyle algılamayarak gülünç bulduğunu söylemiştir. Kitabın ikinci bölümü olan “Deli Eniştemizin Resmi” kısmında deli eniştenin dış görünüşü ile ilgili uzunca bir tasvir yer alır. Aynı zamanda yazar deli eniştesiyle ilgili ruhsal çözümleme yapmıştır. Çocukluk zamanlarında Çamlıca’daki eniştesi ile geçirdiği vakitlerde onu her yönüyle gözlemlemiştir. Eniştesinin hem çocuk, hem aile reisi, hem zevk düşkünü, hem müteassıp, hem laubalice, samimi, gösteriş meraklısı, delişmen olduğunu gözlemiştir. Her zaman acele acele konuştuğunu, konuşmalarının arasında “inşallah, maşallah, elhamdülillah” kelimelerini sıkça kullandığını, istediği zamanlarda Arap, Çerkes, Arnavut, Laz, Kürt taklidi yaptığını anlatmıştır.
Kitabın üçüncü bölümü “Eski Çamlıca” adını taşır. Ve bölümde Çamlıca’nın nice güzellikleri Abdülhak Şinasi’nin kaleminde en başarılı şekilde tasvir edilmiştir. Bu tasvirler o denli güçlüdür ki okuyucuyu sanki orada geziyormuş havası verecek şekilde anlatılmıştır. İstanbul’un sokaklarının, caddelerinin, köşklerinin meydanlarının ismi bu bölümde detaylı şekilde anlatılmıştır. Üsküdar, Bebek, Kısıklı, Suphi Paşa Korusu, Çilehane, Küçük Çamlıca, Büyükada… Kitabın dördüncü bölümü “Çamlıca’daki Eniştemizin Köşkü” adını taşır ve bu bölümde deli eniştenin yaşadığı köşk, köşkün içi, eşyaları, halıları, pencereleri eve dair en ufak detaylar tasvir edilmiştir. Kitabın beşinci bölümü olan “İçinde Yüzdüğümüz İtikat Alemi” kısmında yazarın dini ve felsefi görüşleri yer alır.
“Bir insanın dini kanaatleri ve felsefi fikirleri kendisinde ikinci bir tabiat yaratır. Bu ikinci tabiat olmasa o sadece nefsani bir hayvandan ibaret kalırdı.”
Deli enişte neredeyse bütün adetlere ve inançlara inanmaktadır. Büyüye, muskaya, nazara, uğur ve uğursuzluğa, sihire, bedduaya, rüyaya … Dini gereği namahremliğe inanır yabancı bir kadının olduğu mekanda bulunmazdı. Nazardan korktuğu için nazar boncuğu taşırdı. Muskaya inandığı için boynunda üçgen bir muska taşırdı. Kitabın altıncı bölümü “Eniştemizin Korkuları” dır ve bu bölümde deli eniştenin Enkserciyan Efendi ile münasebeti anlatılır. Abdülhak Şinasi bu hatıralarının sekiz on yaşlarında olduğunu söylemiştir. Deli enişte her seferinde köşkü satmak isteyip Enkserciyan Efendi’den köşk için müşteri bulmasını istermiş. Enkserciyan Efendi müşteriyi bulup getirdiğinde de köşkü satmaktan vazgeçermiş. Yine bir gün Enkserciyan Efendi müşteri bulup getirdiği bir gün deli enişte vazgeçtiğini söylemiş ve yine bir kavgaya tutuşmuşlardır.
“Meğer eniştemiz evini satmak istemiyormuş! Meğer onun maksadı köşkü satmak değil, sadece kaç para edebileceğini anlamaktan ibaretmiş!”
Kitabın yedinci bölümü “Eniştemizin Bilgisi ve Bilgiçliği” dir ve bu bölümde yazar çocukluk zamanlarında bir konuyu merak ettiğinde sorduğu ilk kişinin deli eniştesi olduğunu söyler. Ona “buhar nedir?” , “Güneş çekilince nereye gider?” gibi sorular sorar. Sekizinci bölüm “Deli Eniştemiz ve Yemekler” de deli eniştenin yemeklere olan düşkünlüğü anlatılır. Dokuzuncu bölüm “Çamlıca’da Günler ve Geceler” de doğa betimleri oldukça başarılı bir şekilde okuyucuya aktarılmıştır. Özellikle koku ve duyma duyusunun tasvirleri o denli başarılır ki sanki okuyucu bu anı yaşıyormuş , o kekik, ıtır, lavanta, nane kokularını kokluyor; sabahları cıvıldaşan serçeleri, öten kuşları, tabiatın seslerini duyuyormuş gibi olur. İstanbul’un mavi denizleri tasvir edilir. On üçüncü bölüm “Eniştemizle Halam” da deli eniştesi ile halasının münasebetleri anlatılır. Halası ve eniştesi anlaşamamakta ve sürekli kavga halindedirler. Ve yazara göre bu tartışmaların belirtileri kendini önceden gösterir ve kavga edecekleri anlaşılırmış.
“Halam eniştemizi beğenmez, bilhassa münasebetsiz ve adeta delişmen bulur, arkası kesilmeyen sözlerinden büyük bir bıkkınlık duyardı.”
On dördüncü bölüm “ Deli Eniştemiz ve Yemekler” de deli enişte kırmızı şarap içmektedir. Ve bunu ilaç olarak görmektedir. Bu şekilde şarabı mübah hale getirmiştir.
“ Yemeğe her zaman bu kadar ehemmiyet verem bu adam için yenilen ve içilen şeyler böylece bazen haram, bazen mübah, bazen de sevap olurdu.”
Yazar bu bölümde Çamlıca’daki köşkünde gözlemlediği reçel yapma günlerini anlatır. Büyüklerinin reçeli nasıl hazırladıklarını, nasıl muhafaza ettiklerini detaylıca anlatır. On beşinci bölüm “Memur Olarak Gidişleri” deli eniştenin memuriyetleri hususu anlatılır. Memuriyeti sırasında Arabistan’a gider. Bu sırada yazarın iç monoloğu yer alır. Eniştesinin bu denli uzun yolculuklar yapması ve memuriyetinden döndüğünde tekrar heyecanla Arabistan’a dönüşünü istemesi yazar için şaşırtıcı bir durumdur. On altıncı bölüm olan “Mazul Olarak Dönüşleri” bölümünde deli enişte rüşvet, yolsuzluk nedenleri ile azlolur. Hakkında etrafta birçok kötü söylence vardır. Yalnız enişte köşkünü o denli sever ki köşküne döndüğü için azlolmayı bir acı olarak göremez. Deli eniştenin babası Hacı Rakım Efendi mizacı ile ün salmış sarayın odalarını tek tek insanları güldüren biridir. Oğlunun yeni bir memuriyete atanması için sarayda gezerek insanları güldürür, cinaslı fıkralar anlatır, methiyeler okurmuş. Deli enişte Arabistan’da yaşamanın etkisiyle döndüğünde sözlerine Arapça kelimeler karıştırırmış.
“Deli eniştemiz, Arapça’dan yana o kadar alim görünmek isterdi ki, dilinin altında zikredecek hazır bir söz bulmasa bunu kendisi uydururdu.”
Yirmi ikinci bölüm olan“ Halam Eniştemizden Ayrılıyor” da halasının eniştesine artık katlanamayarak ayrılması söz konusudur. Bu ayrılışın ardından enişte konakta bir başına yapayalnız kalmış ve köşkünden vazgeçmiştir. Bu sefer evi Ekserciyan Efendi aracılığı ile değil tellallar aracılığıyla satışa çıkarmıştır. Bu sırada epeyce zaman geçmiş ve enişte hastalanmıştır. Abdülhak Şinasi bu zamanlarda eniştesini ziyaret ettiğinden bahseder. Daha sonra deli eniştenin yalnızlığından ötürü kadınlara düşkünlüğü artmıştır. Şerife Hanımın Leyla ismindeki kızıyla evlenmek istese de olmaz. Daha sonraları yolda her gördüğü kadına delicesine duygular hissetmeye başlamıştır.
“ Bir kadını çıldırasıya beğenmesi için onunla tanışması ve konuşması lazım gelmiyor, uzaktan görmesi kafi geliyordu.”
Deli enişte halasından ayrıldıktan sonra birçok kızla görüşmüştür. Tellak Hüseyin Efendi’de buna yardımcı olmuştur. Birçok zaman Tellak Hüseyin kızları tembihleyerek deli enişteye yollamıştır. Deli Enişte bu kızlarla günler geçirmiş ve komşuların diline dolanmıştır. Eve gelen komşuları eve almamış, kapıyı yüzlerine kapatmıştır. Hatta bir keresinde Abdülhak Şinasi’yi dahi almamıştır. Bunun ardından zaman geçmiş ve Hacı Vamık Bey tekrardan hastalanmıştır. Abdülhak Şinasi ona ziyaret etmeye gittiğinde kendisiyle uzun uzun konuşur. Yalnızlığından ve hiçbir şeyden zevk alamamasından bahseder. Bir süre sonra da halası ve eniştesi vefat eder. Yıllar sonra Abdülhak Şinasi köşkü ziyarete gider ve eski günleri yad eder. Bu son bölümde Abdülhak Şinasi kendi düşüncelerini de zikrederek romanı dua ile bitirir.
ŞAHIS KADROSU
Romanın geneline baktığımızda şahıs kadrosu geniştir ancak durumların ana odağı Hacı Vamık Beyefendidir. Ona ait ruhsal çözümlemeler ve gözlemler romanın geneline hakimdir. Hoca Vamık Beyefendi diğer adıyla deli enişte diğer bir adıyla da Çamlıca’daki eniştemizidir. Romanda fiziksel özellikleri detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Siyah gözlü, sararmış, buruşuk, canlı yüzlü, kalkık kaşlı, kumraldır. Yemek yemeye ve şarap içmeye düşkün, deli dolu, taklit becerisi yüksek, çokça batıl inancı olan, etrafına neşe saçan, birtakım kuruntuları olan biridir. Aslında anlatıcı yani Abdülhak Şinasi de hem anlatıcı konumundadır hem de romanın bir kahramanıdır. Roman boyunca yaşadığı zamandan geriye dönerek eski günlerdeki gözlemlerini anlatır. Yer yer kendisinin geçmişte deli eniştesiyle olan diyaloglarını okur, yer yer konu hakkındaki görüşlerini öğreniriz.
Romanın diğer önemli bir kahramanı haladır. İsmi zikredilmemiştir ancak fiziki özellikleri anlatılmıştır. Orta boylu, şişmanca, ağır endamlı bir kadındır. Yanakları biraz düşüktür ve tombuldur. Teni ince, yumuşak ve temizdir. Kişisel özellikleri olarak yazarın aktarışına göre izanlı, açık sözlüdür. Düşüncesini dolandırmadan karşısındakine aktaran dürüst bir kişidir. Her zaman evde olmasına rağmen dışarı düşkünü değil, birilerinin teşviki ile dışarıya çıkan biridir. Bazen namaz kılar, ramazanda birkaç gün oruç tutar. Yazarın gözlemlerine göre psikolojik durumu açısından sessizliği, sükutu sever etrafındakilerin yaygaracı, gürültücü seslerinden nefret eder. Bu yüzdendir ki deli enişte ile hiçbir zaman anlaşamaz. Bu iki şahsı karakter ve tip açısından değerlendiğimizde iki kişinin de karakter olduğunu yani kendilerine has özellikler taşıdıklarını söyleyebiliriz. Bu iki karakter arasındaki münasebet romanı büyük ölçüde etkilemiştir.
Bu karakterler dışında birçok yan kahraman ve figüratif kahraman vardır. Örneğin Arap Naile Bacı Çamlıca’daki köşkte hizmetçi olarak çalışmaktadır. Herhangi bir diyaloğu yoktur, fiziksel veya ruhsal niteliği anlatılmamıştır. Bundan dolayı figüratif kahramandır. Aynı zamanda köşkteki aşçıbaşı da figüratif bir kahramandır. Romanın ilerleyen bölümlerinde Enkserciyan Efendi karşımıza çıkar. Kendisinin birtakım fiziksel özelikleri zikredilmiştir. İri yapılı, sert bakışlı, beyaz pos bıyıklı, kırmızı morarmış yüzlü, iri camlı gözlükleri olan, göğsünde kabarık beyaz bir pike yeleği olan biridir. Enişte ile Enkserciyan Efendi’nin bir bölümde uzun bir diyalogları bulur. Bundan dolayı Enkserciyan Efendi’yi romanda yan kahraman olarak görürüz. Diğer figüran kahramanlar Arap bacı Ferahidil kalfa, Muhsine Hanım, Nadire Hanım, emlak tellalı Hüseyin Efendi, Azize Hanım, Şahin Paşa, Şerife Hanım, Leyladır. Bu figüratif kahramanların roman içinde sadece adları geçer. Yazarın bu kadar figüratif kahraman kullanmasının sebebi romanın tek bir kişi üzerinden anlatılmasına bağlı olarak olayları bağlamak, sebep-sonuç ilişkisi yaratabilmektir.
MEKAN
Çamlıca’daki Eniştemiz romanında en önemli hususlardan biri de mekandır. Yazarımızın edebi kişiliğini göz önünde bulundurduğumuzda İstanbul’un semtleri, köşkleri, sokakları, mahalleleri önemli bir yer tutar. Özellikle romana da ismini veren Çamlıca romanın akışında önemli bir yere sahiptir. İstanbul’un birçok semtinin ismi romanda yer alır. Ve anlatımlar öylesine güçlü bir şekilde tasvir edilmiştir ki sanki okuyucu İstanbul’un sokaklarını geziyormuş havasına kapılır.
Fıstık ağacı, Bağlarbaşı, Servilik, Nuhkuyusu, Rum ve Ermeni mezarlığı, Tophanelioğlu, Altunizade Şeriflerin köşkü, Sarıkaya yokuşu, Musta Fazıl Paşa Köşkü, Kısıklı caddesi, Küçük Çamlıca, Bulgurlu caddesi, Hanım seddi, Suphi Paşa Korusu, Büyükada, Çilehane, Gedikpaşa, Yıldız Sarayı, Beşiktaş, Ketenciler Hamamı, Serencebey yokuşu, Ortaköy, Şale Köşkü Çırağan Korusu ismi geçen mekanlardır. Yirmi yedi bölümde de Üsküdar ve Çamlıca yazarın gözlemleri çerçevesinde anlatılmıştır. Mekan tasvirlerinin en fazla bulunduğu bölümler “Eski Çamlıca” , “Çamlıca’daki Eniştemizin Köşkü”, “Çamlıca’da Günler ve Geceler”dir. Özellikle dokuzuncu bölüm olan “ Çamlıca’da Günler ve Geceler” de doğa betimlemeleri ve beş duyunun hissiyatının okuyucuya hissettirilmesi hususunda önemlidir.
“Bu kekik, ıtır, lavanta, nane, merzenküş, karabaş, kır menekşesi, yabani gül, renginde ve o büyüklükte açan pembe ve beyaz laden ve daha sair isimlerini bilmediğimiz kır çiçeklerinden; çam, ıhlamur, ve beyaz çiçekli akasya gibi..”
Çamlıca’daki Köşk Hacı Vamık Bey için çok değerlidir ve kendisini tek huzurlu hissettiği yer orasıdır. Köşkü birkaç kez satılığa çıkarsa da bunu yapamaz ve nihayetinde tek huzur bulduğu yerde de vefat eder.
“Deli eniştemiz bu Çamlıca köşkünü cidden o kadar sever, onu o kadar özlermiş ki azlolunduğu zamanlar, bazan bu acıyı ona kavuşmak zevki kısmen azaltırmış.”
Yazarın da çocukluğu Üsküdar, Çamlıca’da geçmiştir bu yüzden yazar eski günleri anlatırken hatırındakiler bir fotoğraf karesi gibi canlı ve nettir. Abdülhak Şinasi Hisar Çamlıca’daki Köşke gitmek için yaptığı boğaz yolculuğunu büyük bir heyecan ile anlatır. Ve köşke vardıklarında duygularını şöyle ifade eder:
“Uzak Üsküdar’ın yabancılığı silinerek her şey neşemize ve bize mahrem, muennis, belli bir hazzın cilasiyle parlar ve Çamlıca, renkleri, sesleri, kokularıyla, hep birden ruhumuzu çağlardı.”
ZAMAN, ANLATICININ BAKIŞ AÇISI
Romandaki zaman unsurları çok geniş bir zaman dilimini kapsamaktadır. Romanda Çamlıca’daki eniştenin fiziksel özellikleri anlatılırken kendisinin kırk beşli yaşlarda olduğunu ve romanın sonlarına doğru yetmişli yaşlarda olduğunu öğreniriz. Bundan hareketle yazarın gözlemlerinin kronolojik zaman olarak yirmi beş seneyi kapsadığını anlayabiliriz. Olaylar görülen geçmiş zaman birinci tekil ve üçüncü tekil kişi ile anlatılmıştır. Yazarın romanın tamamında zamanda geriye dönüş tekniğini kullanarak Çamlıca’daki eniştesini, Üsküdar’ı, Boğazları, burada geçen anılarını ve gözlemlerini anlatmıştır. Roman yazarın gerçek hayatından bir iz taşıdığı için zaman ve mekan bağlamlarının başarılı bir şekilde romana yerleştirilmesi romanın gerçeklik yönünü arttırmıştır. Anlatıcının bakış açısını kahraman bakış açısıdır. Abdülhak Şinasi romanın kahramanlarından biridir. Lakin olayların birinci kişisi değil geri planda kalarak anılarını anlatan kişidir. Kimi zaman iç monologlarına rastlarız. Bunu yapması anlatımın gücünü arttırmıştır ve romanda yazarın varlığını bu şekilde hissederiz.
“O zamanki yollara ve nakil vasıtalarına göre, bir düşünün, İstanbul nerde, Musul nerde? Trablus nerde? Nablus nerde? Cidde nerde? Hüdeyde nerde? Amman nerde? ve Kerbela nerde… Nasıl oluyordu da Arabistan’ın eritici güneşi altında yakıcı gölgelere sürünerek isimleri hayret verecek kadar uzun mesafeler açan yollara…”
Romanın son bölümü olan “Bu Alemden Kalan Son Cümle” de zamanın biraz daha yakın bir zaman olduğunu anlarız çünkü halasının ve eniştesinin ölümün ardından yıllar geçmiştir ve köşke giderek eski günleri yad etmiştir. Yazarın düşüncelerini en fazla öğrendiğimiz bölüm son üç bölümdür. Eski günleri özlemektedir. Romanı iyi dilekler ve bir dua ile bitirir.
“Evvelce, çocukluğumun ve ilk gençliğimin cennetindeyken, Çamlıca’da, bu alacakaranlık saatlerde, insana göklerin sunduğu bir hayat hülasasını içmiş gibi olurdum. Gelen geceyle birlikte, bütün duygularım da yavaş yavaş sönüyor gibiydi. O eski Çamlıca akşamları hani nerde? diyordum…”
TEMA
Romanın ana teması akıl dışı huylar, tuhaflıklar, ahlak, yabancılaşmış, toplumdan soyutlanmış kişidir. Romanın genelinde bu temalar kendini baskın bir şekilde göstermektedir. Çamlıca’daki Eniştemiz romanında yabancılaşma konusu kendini delilik, akıl dışı huylar, birtakım tuhaflıklar ile kendini gösterir. Ana kahraman Hacı Vamık Bey etrafındakiler tarafından deli olarak nitelendirilen ve her yaptığı eylemde akl-ı selim olarak nitelendirilen insanlardan soyutlandırılarak “delidir ne yapsa yeridir” sözüyle nitelendirilir. Hisar’ın bu romanı anlatım biçimi ana karakter olan Hacı Vamık Bey’in yaşayışını, hayatını anlatmaya yöneliktir. Hacı Vamık Bey toplumca anlaşılmamış kişidir. Deli denmesinin sebebi yazarın ilk bölümde “Kadrini Bilmediğimiz Deliler” de anlattıklarından yola çıkarak deli olarak nitelendirilen insanların hakikati tam manasıyla aktarmalarından dolayıdır. Yazara göre insanların üç yüzü vardır. Lakin deliler bu şekilde değildir. Onlar bize hakikati gösteren kişilerdir.
“Nerede zeka umarsak orada ahmaklıkla karşılaşırız. Nerede sadakat beklersek, orada ihanete uğrarız, Nerede kibarlık ararsak orada bayağılığa rastlarız. Kime dostluk gösterirsek ondan sadakatsizlik görürüz.”
Yazar Hacı Vamık Beyefendi’nin yabancılaşma hususunu en belirgin olarak yedinci bölüm olan “Eniştemizin Bilgisi ve Bilgiçliği” bölümünde biz okuyuculara aktarır.
“Deli eniştemiz bizce, söylediği söze inandırabilmek için lazım gelen heybetten mahrumdu. Çok kere, eskilerin akl-ı selim dedikleri şey malumat yerine geçer. Onun ise malumatına itimat edemezdik. Çünkü bize bu akl-ı selimden mahrum görünürdü.”
Diğer baskın temalardan biri ise Doğu- Batı kavramıdır. Yine bu husus kahraman Hacı Vamık Bey üzerinden verilmiştir. Hacı Vamık Bey özellikleri birbiriyle uyuşmayan bir karakterdir. Yarı doğulu yarı batılıdır. Kendine göre ahlak kuralları vardır. Örneğin dine inanır, namaz kılar, dua eder ama kimi zamanda şarap içer ve bunu meşru kılmak için bunun ilaç olduğunu söyler. Şarklı olmasına rağmen giyinişi alafranga tarzdadır ve bunlar yazara göre adi ve çirkindir. Çünkü tam manasıyla bir alafrangalık söz konusu değil yarım yamalak bir durum vardır.
“Üstünde yeni ve alafranga ne varsa adi ve çirkindi. Frenk gömleğinde, bazen bileklerinden ellerinin üstüne düşen yuvarlak, katı, kolalı kolları vardı. Adi madeni kol düğmeleri bunları yeşilimtırak bir leke ile kirletirdi.”
Örneğin kitabın ilk bölümlerinde Hacı Vamık Bey namahremliğe inanmaktadır. Lakin ömrünün sonlarına doğru kadınlarla yaşadığı düşkün hayatı komşuları, çevresindeki insanlar tarafından çok konuşulur. Çamlıca’daki köşkte namahrem olmasına rağmen günlerce kızlarla yatıp kalkar. Hacı Vamık Beyefendi memuriyeti sırasında ismi birçok yolsuzluğa, rüşvete karışır. Ve bu sürekli tekrarlanarak her seferinde görevinden azlolur. Çevresinde bu artık normal bir hale gelir ve komşularının bu durumda “ acaba yine neler yaptı” ifadeleri ile karşılaşır.
“ Duydunuz mu, derlerdi. Hacı bey yine azlolunmuş! Deli, ne halt etmiştir kim bilir?”
“Deli eniştemiz memur olarak gittiği yerlerde rüşvet almak , para yemek gibi töhmetlerle zan altına girerek azlolunur, sonra, ancak Yıldıza dehalet eden babasının şefaatiyle affedilerek yahut beraat ederek tekrar başka bir yere tayin olurmuş.”
Romanın bunlar dışında alt temaları mevcuttur. Bu da Abdülhak Şinasi’nin tüm eserlerinde karşılaştığımız İstanbul, İstanbul’un güzellikleri, Çamlıca, Üsküdar, Büyükadadır. Mekan incelemesinde de bahsedildiği gibi Çamlıca’daki Eniştemiz romanında yapılan Çamlıca’ya ait yapılan mekan, doğa tasvirleri bir fotoğraf karesi gibidir, canlıdır.
“Marmara’nın genişlediği noktada, dünyanın en güzel yerlerinden biri olan Sarayburnu, suyun kenarında, ağaçlarının, kubbelerin, kulesinin ve damlarının altında toplanır. Sağ tarafta sahilleri sık evlerle örtülü ve sırtları hemen boş, Boğaziçi’nin bir kısmı, Yıldız ve Kuruçeşmenin yeşil korularIya, yukarı doğru süzülür, daha ileride ayrı ayrı göller halinde gözükür…”
Bu yazımızda Abdülhak Şinasi Hisar’ın muhteşem doğa tasvirleri yaptığı, İstanbul’u farklı bir gözden gördüğümüz Çamlıca’daki Eniştemiz romanını inceledik. Tüm soru ve görüşleriniz için bana [email protected] mail adresinden ulaşabilirsiniz. Sağlıcakla kalın…
Ayşenur Hanım öncelikle emekleriniz için size teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Naçizane olarak fikrimi de paylaşmak isterim. Tahlilleriniz üslubunuz gerçekten çok başarılı. Daha fazla paylaşım görmek isteriz. Tekrar teşekkür ederim.